Hukukta akıl hastalığı. Akıl hastalığı, hukukta, kişinin temyiz (sezginlik) gücünü ve ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenler arasında yer alır ve medeni hukuk ve ceza hukuku alanlarında önem taşır. Akıl hastalığının temyiz kudretine ne ölçüde etki yaptığının belirlenmesi için, bilirkişi olarak uzman hekime başvurulması gerekir. Akıl hastalığı uzman raporlarıyla kanıtlanan kişinin de, uyuşmazlık konusu işlemi yaparken temyiz kudretinin bulunup bulunmadığı saptanmalıdır. Örneğin melankolik, nevras-tenik ya da saralı kimselerden çoğu temyiz gücünden sürekli olarak yoksun değildir. Temyiz kudretini sürekli olarak kaldırmayan akıl hastalıklarında, hastanın aklı başındayken yaptığı işlerden sorumlu olduğu kabul edilir. Bu sürede hastaların normal oldukları zaman yaptıkları işlem ve eylemler, hukuk karşısında, sağlıklı kimselerin işlem ve eylemlerinden farksızdır. Akıl zayıflığı ise doğuştan var olan bir arızadır ve bu nedenle süreklidir. Akıl zayıflığı çekenlerde temyiz kudretinden yoksunluk süreklidir. Türk Medeni Kanunu’na göre, akıl hastaları evlenemez. Ayrıca akıl hastalığı bir boşanma nedeni olarak görülmüştür. Suçu işlediği sırada “cinnet” halinde bulunan kimsenin sorumsuzluğunu, Türkiye’de ilk kez 1858 tarihli Tanzimat dönemi Ceza Kanunu kabul etmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nde daha önce geçerli olan şeriat kurallarına göre de “cünun”, yani delilikle “ateh”, yani bunama halleri ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran hallerdi. Bugün yürürlükte bulunan Türk Ceza Ka-nunu’nun (TCK) 46. maddesine göre, suç oluşturan eylemi işlediği sırada bilincini ya da hareket serbestliğini ortadan kaldıracak derecede akıl hastalığına uğramış bulunan kimseye ceza verilemez.
Akıl hastalığı dolayısıyla sorumsuzluğun belirlenmesi konusunda çeşitli ülkelerde başlıca üç yöntem uygulanır: 1) Biyolojik yöntem: Türkiye’de 1858 tarihli Ceza Kanu-nu’nun 41. maddesiyle Fransız Ceza Kanu-nu’nun 64. maddesi bu yöntemi benimsemiştir. 2) Psikolojik yöntem: 1853 tarihli İsviçre Federal Ceza Kanunu bu yöntemi benimsemişti. 3) Karma yöntem: Alman, İsviçre ve İtalya Ceza kanunlarıyla TCK bu yöntemi kabul etmiştir. Biyolojik yöntemin çok dar, psikolojik yöntemin ise çok geniş olmasına karşılık, karma yöntem en elverişli olanıdır. Buna göre, akıl hastalığının, suçu işlediği sırada failin bilincini ya da hareket serbestliğini etkileyip etkilemediğinin, etkilemişse bunun derecesinin belirlenmesi gerekecektir.
Suçu işlediği sırada tam akıl hastası olanlar hakkında, emniyet tedbiri yargılanması yapılmak üzere dava açılır. TCK’nm kabul ettiği sisteme göre suçu işlediği sırada tam akıl hastası olanlar hakkında ceza uygulanmaz, bunlann koruma ve tedavi altına alınmasına karar verilir. Sağır ve dilsizler de bu hükme tabidir. Koruma ve tedavi önlemi de bir çeşit yaptınm olmakla birlikte, kanun bu amaca yönelik yargılamayı “emniyet tedbiri davası” olarak nitelemiştir. Sanığın suçu işlediği sırada tam akıl hastası olduğu hazırlık soruşturmasında anlaşılırsa, tedbire sulh yargıcı karar verir. Duruşmasız yapılacak yargılama sonunda yargıç sanığın suç işlediği kanısına vanr ve akıl hastalığının kanun hükümleri kapsamına girdiğini saptarsa, koruma ve tedavi karanm verir.
Sanığın durumu son soruşturma evresinde anlaşılmışsa, koruma ve tedavi tedbirine yetkili mahkeme karar verir. Uyuşturucu madde kullanma alışkanlığına kapılmış olanlar hakkında aynca “emniyet-i umumiye nezareti altına alınma” cezasına hükmo-lunması gerekir.
Failin akıl hastalığı, bilincini ve hareket serbestliğini büsbütün kaldıracak ağırlıkta değil de bir ölçüde azaltacak bir nitelikte ise, ceza sorumluluğu vardır ama, bu sorumluluk azaldığı için ceza da hafifletilerek verilir.
Selamın aleyküm paylaşımın inan ki mükemmel, sağolun