Kanser Hastasının Psikolojik Sorunları
Kanser hastasının karşılaştığı sorunlar çok çeşitlidir. Birçok kültürde “kanser” sözcüğü, acı çekme ve ölüm düşüncesini ifade eder. Bu nedenle ilk sorun, hastalığın tanısının konmasıyla ortaya çıkar. Hastada depresyondan (ruhsal çöküntü) kendine yönelik zarar verici hareketlere kadar çok çeşitli reaksiyonlar gelişir.
Sık rastlanan ve en korkulan hastalıklar arasında, kanserin apayrı bir yeri vardır. Genelde bütün toplumu etkileyen kanser, hekim-hasta ilişkisinde de duygusal bir yıkılışa yol açar. Hekim “biyolojik” bir savaşın mücadelesini verirken, hasta da tedavi sonucunu bir ölçüde etkileyen psikolojik reaksiyonlar gösterir. Her türlü durumda hem hekim, hem hasta hastalıkla psikolojik bir mücadele içindedir.
Psikolojinin onkoloji (kanser bilimi) alanıyla ne tür bir ilgisinin bulunduğu, başlangıçta doğru bir biçimde belirlenmemiştir. Kesin olarak kanıtlanamamış olsa bile, tümörün psikolojik bir kökeninin bulunduğuna ilişkin varsayımları anımsamak yeterlidir. Bazı çevrelerce hâlâ geçerli sayılan bu varsayıma göre tümör, bilinçaltı düzeyindeki büyük çatışmalara bağlı olarak gelişen tümöral anlamda hücre yıkımından kaynaklanır.
Kuşku götürür bir yanı olan bu varsayım, biyolojik cephedeki çalışmalarda uğranan başarısızlıklarla ilişkili bir hayal kırıklığını da ifade etmektedir.
Hastalığın Bilinçaltı Reddi
Genel olarak tıpta, özel olarak da onkoloji alanında üç girişim anının belirlenmesi önemlidir; önlem alma, zamanında tanı ve tedavi.
Önlem alma kuşkusuz onkolojinin en başta gelen amaçlarından biridir. Ama bu yaklaşım “tedavi edilemez hastalık” anlayışı nedeniyle bilinçaltı bir engelle karşılaşır. “Affetmeyen hastalık” akla iyice yerleşir ve aynı zamanda reddedilir. Bu nedenle en ufak bir belirti ortaya çıktığında, sıklıkla tümör korkusundan kaynaklanan saplantı biçiminde davranışların geliştiği izlenir. Öte yandan aynı kişide genellikle kaygı verici belirtileri bile yadsımaya ve kendi sağlığı konusunda akılcı ve periyodik kontrollerden kaçınmaya varan reddetme davranışları görülebilir.
Çok yakın zamanda yapılmış olmamakla birlikte sonuçta anlamlı bir ilişkiyi ortaya koyan bir araştırmaya göre, Milano’daki Ulusal Tümör Enstitüsü’nde ayakta muayene olan kadınların yüzde 70’i kendi eliyle göğsünü incelemeyi bilmekte, ama yalnızca yüzde 9’u düzenli olarak bunu yapmakta, yüzde 22’si buna cesaret etmemekte, yüzde 14’ü ise yalnızca kulaktan dolma bilgiye sahip bulunmaktaydı. Bu sonuçlar davranışlar arasındaki kararsızlığı çok açık bir biçimde göstermektedir: Bilinçaltı aklın reddettiğinden korkar. Dolayısıyla halka yönelik çağrılar ve önlem çalışmaları büyük ölçüde boşa gitmekte, bütünüyle psikolojik görüş açısından bakıldığında bilinçaltında olumsuz bir durum yaratılmaktadır.
Bu nedenle erken tanı, bir başka deyişle gelişme halindeki patolojinin saptanması için atılacak ilk adıma karar verme önemli bir sorunu oluşturur. Tanıya dönük bazı değerlendirme ve incelemelere başvurma gereği, yukarıda sözü edilen kararsızlığın ortaya çıkmasına yol açar. Dolayısıyla hastanın kansere ilişkin pozitif bir yanıt olasılığını kabul etmeye akılcı bir biçimde hazırlanması gerekir.
Tedavi evresine yönelme bazen psikolojik yönü çok ağır basan bir aşamayı oluşturur. Bu evrede hastayı etkileyerek hastalığı kabul etmesi sağlanabilir. Ayrıca ortaya çıkabilecek psikolojik bozukluklar denetlenebilirse, hasta radyolojik, farmakolojik ya da cerrahi girişimlere hazırlanabilir.
Hastalıkta İletişim
Hekimin hastaya gerekli onkolojik bilgileri vermesi, “kanser” sözcüğünün çevresinde oluşan ve bazen yersiz temellere dayanan birçok önyargı nedeniyle genellikle zordur. Tümörlerin tedavisinde son 10 yılda elde edilen önemli sonuçlara karşın, gerçek tanının hastadan bütünüyle saklanması ya da birtakım uydurmalarla maskelenmesi günümüzde bile son derece yaygındır. Olguların büyük bölümünde böyle bir davranış, yanlış olmanın ötesinde son derece zararlı da olmaktadır. Çünkü hekim ile hasta arasında kurulabilecek sağlıklı bir işbirliğinin gelişmesini engellemektedir.
Hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın hastalık genellikle kişisel ve sosyal yaşamın normal gidişini az ya da çok etkileyecek olumsuz bir öğe olarak kabul edilir. Özellikle tümör oluşumuna bağlı hastalıklarda, tedavi girişimlerinin sonuçları ne kadar etkili olursa olsun, tabloya içgüdüsel bir ölüm düşüncesi eşlik eder. Fiziksel ağrı görüntüsü hemen her zaman vardır. Görülme sıklığının ve ölüm oranının çok yüksek olduğu kalp-damar sistemi hastalıkları gibi başka patolojik durumlarda, kanser tanısı ile ölüm kavramı arasındaki ilişkiye oranla çok daha dengeli bir yaklaşım görülmektedir.
Günümüzde bile kanser hastası kolaylıkla kendini işe yaramayan, üretken olmayan, acı çeken ve yargılanan bir insan olarak görebilmektedir. Tümör oluşumuna bağlı hastalık karşısında sosyal çevrenin, aile bireylerinin ve hatta bazen hekimin gösterdiği bezgin tutumu değiştirmek için, şimdiye değin özellikleri anlatılan geleneksel davranış modellerini yeniden incelemek gerekir. Sorunun yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda ahlaki, sosyopsikolojik, dinsel ve hukuksal özellikler göstermesi nedeniyle, bu amaca ulaşmak elbette kolay değildir ve çok çaba gerektirmektedir. İleriye doğru atılacak ilk adım, hastanın hastalığı ve bunun gerektirdiği tedavi hakkında uygun biçimde ve doğru olarak bilgilendirilmesidir. Bütün hastalara uygulanabilecek geçerli tek bir davranış biçimini belirlemeye kuşkusuz olanak yoktur. Çünkü kişinin hastalık karşısında ortaya koyacağı psikolojik tepkilerde etkili olan etmenler çok çeşitlidir ve bunlar her zaman önceden anlaşılamaz.
Hekimin Rolü
Hekim hastayı klinik durumu hakkında aydınlatmak ve kaçınılmaz sorulan yanıtlamak gibi duyarlı bir görevle karşı karşıyadır. Hekim hastayla karşılaştığı andan başlayarak hastalığın bütün süresi boyunca konuşmanın yeğlendiği tek kişi olma rolünü de üstlenir. Gerçekten açık ve anlaşılabilir bir diyalog kurabilme olanağı ve isteği hasta için büyük önem taşır.
Hastayı bilgilendirme gereği – Bir kanser hastasını tedavi eden hekim için, hastaya gerçeği söyleyip söylememe ikilemi çok güncel bir olaydır. Hastanın kişiliğine, eğitim düzeyine, geldiği sosyoekonomik ortama ve çevre öyküsüne göre en uygun tedavi biçimlerinin seçilmesi açısından, hastayı durumu hakkında bilgilendirmenin yerinde olacağı görüşü yaygın bir kabul görmektedir. Bu görüşün başlıca dayanakları şunlardır:
• Her insan belirli bir zekâ düzeyindedir ve buna bağlı olarak amaç edinme ve isteme yeteneğiyle donanmıştır. Bu bakımdan hastalık nedeniyle vücuduna olanları ve bundan sonra olacakları bilme hakkına sahiptir.
• Kanser hastası olan bir kişi, kendi iç dünyasını ve ilişkilerini yeni sağlık durumuna en uygun biçimde yeniden düzenleme olanağına sahip olmalıdır.
• Yalnızca kendi konumunu değil, aynı zamanda başkalarının (eşi, çocukları, yanında çalışanlar vb.) konumunu düzenleme zorunluluğuyla karşı karşıya olan bir kişinin, hastalığının ya da en azından durumunun ağırlığının bilincinde olması gerekir.
• Hastayı tanıya yaklaştırmak, tanı sürecindeki farklı anlara ve daha sonraki tedavi evrelerine daha iyi katılmasını sağlama anlamına gelir.
• Son olarak hastayla hastalığı hakkında doğrudan konuşmak, hastanın gerçeği çevresindeki konuşmalardan dolaylı olarak öğrenmesi sonucunda ortaya çıkacak ve kuşkusuz daha şiddetli olacak sarsıntıyı önleyecektir.
Hastayı bilgilendirme biçimi – Hastalık karşısında herkesin geliştirdiği kendine özgü bazı savunma mekanizmaları vardır. Aynı biçimde hekimin de kendi kişisel tutum ve inanışları doğrultusunda farklı bir anlayışla hastayla diyaloga girmesi ve bu diyalogu yürütmesi doğaldır. Bu gerçeği de hesaba katarak, hastayı bilgilendirmeye yönelik söyleşinin seçiminde yol göstermeye yarayacak bazı kurallar belirlenebilir. Bazı ülkelerde, örneğin ABD’de hastaya gerçeğin bütünüyle söylenmesi ve çeşitli tedavilere bağlı olarak iyileşme olasılıklarına ilişkin istatistiksel verilerin ayrıntılarıyla açıklanması alışkanlık halini almıştır. Buna karşılık pek çok hekim hastalığın yapısı ve ilerleyişi hakkında yalan söylemeyi yeğlemektedir. Her iki uçta da dengeli bir davranış, kuşkusuz izlenecek en iyi yoldur. Hekimin hastaya söyleyeceği gerçeği ya da gerçek derecesini seçerken bazı unsurları göz önünde bulundurması gerekir:
• Kişinin psikolojik dayanıklılık kapasitesi;
• eğitim durumu ve sosyal yaşam düzeyi;
• hastalığın iyileşme olasılığı;
• hastalığın bulunduğu evre;
• aile ve çevreyle yapılabilecek işbirliği olasılığı.
Tedaviden Önceki Psikolojik Evreler
Tanıyı bekleme evresi
İç sıkıntısı: Diyaloga kapalı olma durumu. Hasta konuşmaz. Henüz hekimle ilişki kurmaya hazır değildir. İşbirliğine yanaşmaz, çoğu kez hastalığın varlığını yadsır. Geleceğe yönelik projeler yapamaz. Her türlü duygusal ifadesine ket vurmuş durumdadır.
Tanı iletişimi
Kaygı: Diyaloga açık olma durumu. Hasta sorular sorar, ağlar. Duygusal düzeyde kendini daha az tutması nedeniyle, hekimle iyi bir ilişki kurmaya hazırdır. Hastalığı yadsıma duygusu zayıflar. Güvenilir ve nesnel bir iletişim sağlanırsa, yeniden iyileşmeyi umut edebilir ve gelecek için yeni planlar yapabilir.
Cerrahi Girişime Başvurulacağı Zaman
Kanser patolojisinde cerrahi girişim acıyı, şekil bozukluğunu, ölüm korkusunu ve bir ölçüde de işe yaramazlığı ifade eder. Yaşam niteliğinin değişime uğraması kaçınılmazdır.
Bu dönemde iç sıkıntısının kaygıya dönüştürülebilmesi öncelikle önem taşır.
Cerrahi girişim öncesinde garip bir biçimde hiçbir kaygı belirtisi göstermeyen insanlara özel bir dikkat gösterilmelidir. Bu hastalar sakin, akılcı ve heyecanlarına egemen bir görünüm sergilerler. Çoğu kez bunun nedeni, kaygının kuvvetli biçimde yadsınmasıdır. Ama bu savunma tarzı çoğunlukla ameliyat sonrası dönemde yıkılır. Panik, darılma ve öfke krizleri gelişir.
Bu gibi durumlarda da hastayla kurulacak geçerli bir iletişim yarar sağlayacaktır. Böylece hastanın içinde bulunduğu düşmanca yadsıma durumu, ona daha yararlı olacak ılımlı bir kaygı haline dönüştürülecektir
Tümör tanısı yaşam biçiminde her zaman bir değişikliğe neden olur. Uyumla ilgili psikolojik reaksiyonların ortaya çıkışında yaş, sosyokültürel çevre, zekâ düzeyi ve hekim ile hasta arasında kurulmuş olan ilişki gibi pek çok etmen rol oynar.
Hekimin hastayla diyalogunun önem kazandığı başlıca üç dönem vardır. Bunlar tanı, seyir ve tedavi dönemleridir.
• Tanı – Hastalıkla ve hastalığın adıyla ilk karşılaşmanın yaşandığı bu an, hastanın bütün öyküsünün en önemli anıdır. Hastanın taşıdığı tümör alındıktan sonra iyileşme oranı yüksekse, örneğin cerrahi girişim uygulanabilir meme karsinomu, başlangıç evrelerinde lenfom ya da gırtlak karsinomu söz konusuysa, en uygun yaklaşım hastalığın gerçek niteliğini hastaya açıkça anlatmaktır. Böylece bazen yıkıcı nitelikte olabilen cerrahi girişimlerde, olası yan tedavilerde ve daha sonraki rehabilitasyonlarda hastayla tam bir işbirliği sağlanmış olur. Buna karşılık konan tanı sonucunda çok az iyileşme umudu varsa, hastalığın ağırlığını değil, kronikliğini vurgulamak gerekir. Hastalık bu durumda şeker hastalığı, böbrek hastalıkları ya da yüksek tansiyon gibi herkesçe bilinen ve daha çok kabul edilen başka patolojilerle benzer biçimde ele alınmalıdır.
Her türlü durumda eldeki bütün tedavi biçimlerini kullanarak tümörü tedavi etme olanakları üzerinde ısrar edilebilir. Ayrıca tedavi seçiminin en son bilimsel yeniliklere göre yapılacağına ilişkin güvence vermek de gerekir.
Hastanın kanser tanısı karşısındaki psikolojik reaksiyonlarının dikkatle incelenmesi sonucunda bazı davranış biçimleri ortaya konmuştur. Buna göre olası kişisel reaksiyon türleri önceden belirlenebilir.
Hastalığı yadsıma ve yok sayma girişimi: Hasta gerçekten kaçar ve gerçek belirtileri önceden olduğu gibi bilmezlikten gelerek ya da bilmezlikten gelme taklidi yaparak yaşamaya devam eder.
Öfke ve saldırganlık: Hastalığın mesleğini, tutkularını ve az ya da çok güçlükler çekerek kurmuş olduğu her şeyi bozduğunu gören insanın tipik davranışıdır. Düşmanlığını hekimlere, diğer sağlık personeline, aile çevresine ve iş çevresine yansıtabilir.
Kendi içine kapanma: Hastayı yalnızca tedaviyi değil, aynı zamanda herhangi bir psikolojik yardımı da reddetmeye götüren pek alışılmadık bir tepkidir. Bu tür bir davranışın nedeni, çok ağır bir ruhsal çöküntüde ve tıbbi olanaklara karşı duyulan tam bir güvensizlikte aranmalıdır. Sonuç alınamamış pek çok tedavi girişimlerinden ya da uzun süre hastanede kalma döneminden sonra hastalığın en ileri evrelerinde daha sıklıkla görülen bir reaksiyondur.
Bağımlılık ve çocukluk dönemine gerileme: Bu tip hastalar sürekli sağlık durumları hakkında sorular sorar, kendilerini hep güven içinde ve koruma altında hissetmek isterler. Hekimden ya da tedavi merkezinden uzakta bulundukları zaman kendilerini kaybolmuş hissederler.
Gözüpeklik: Belki de en zor hastalar bunlardır. Tedavinin başarısızlıkları ve hastalığın ilerlemesi karşısında başkalarından daha önce teslim olurlar. Görünüşte eski yaşamlarını hemen hemen aynı biçimde sürdürür, herhangi bir şeye gereksinimleri olduğunu yadsır, kendilerinden emin ve sağlıklı görünmek isterler. Çevrelerindeki insanların kendilerine acımalarını istemezler.
Dindarlık: Kanser hastası çoğu kez dinsel değerleri yeniden keşfeder ve kanserle mücadeleyi kazanmak için sıkı sıkıya dine sarılır. Ama pek az kişi kaderci tipte davranışlara girmeden hastalığı ve ölümü “tanrının isteği” olarak sakin bir biçimde kabul eder.
Akılcı kılma: Olayı akılcı kılan, yani rasyonelleştiren hasta kuramsal olarak ideal hastadır. Çünkü hastalığıyla ilgili durumu bilinçli olarak kabul eder. Tedavinin etkisini göstermesine değin sağlık ekibiyle işbirliği yapmaya devam eder. Çevresinde olup bitenin ve kendisi için yapılan her şeyin farkındadır. Yeni yaşam koşullarına uyum sağlar.
Kendi davranışını tek bir hastanın gereksinimleri ve istekleriyle bütünleştirmek isteyen hekim, yukarıda verilen bu kısa örneklerden kendine, yararlı bir pay çıkarabilir. Her türlü durumda içten bir tartışma ve sakin bir karşılaştırma, herkesin kişiliğine göre en uygun ilişkinin oluşturulmasında yararlı ön tahminlerde bulunma olanağını sağlayacaktır.
• Hastalığın gidişi – Tanı dönemi hastanın psikolojik kapasitesini zorlayıcı bir biçimde geçmişse, hastalığın gidişi sırasında hekimin çok dikkatli davranması gerekir. Bu dönemde hekim, hastanın “Yaşamak için daha ne kadar zamanım var?”, “Nasıl öleceğim?”, “Çok acı çekecek miyim?” gibi duyarlı sorularını yanıtlamak zorunda kalabilir. Olağandışı durumlar olmadıkça, hastalığın gidişiyle ilgili olarak hem süreye, hem de hastalığın sonlanma dönemine ilişkin çok kesin yargılardan kaçınılmalıdır.
Hasta son evreden önceki dönemde bile yarar görebileceği bir tedavi türünün ya da denenecek yeni bir tedavinin bulunduğuna ilişkin inancım yitirmemeli ve umut etmeyi sürdürmelidir. Hastalığın gidişi hakkında tek bir düşünceye takılıp kalmak yerine, son yıllarda kanserle mücadelede elde edilmiş tedavi sonuçlarını öne çıkarmak çoğu kez daha uygundur.
Tedavi edilebilme şansıyla ilgili değinmeler hekimin ve onkoloji servisinde çalışanların konuşmalarında çok sık yer almalıdır. Böylece hasta seçilecek tedavi yöntemlerini daha kolaylıkla anlar. Olanakların el verdiği ölçüde hastaya, daha iyi gidişli tümörlerle, iyileşen ya da çok sorunlu olmayan hastalar örnek gösterilebilir.
• Tedavi – Tümörlerin tedavisinde hekimin gösterdiği çabalara daha iyi dayanabilmesi ve hekime daha iyi destek verebilmesi için, hastayı zaman zaman uygulanan tedavi biçimleri ve uygulama süreleri hakkında düzenli olarak bilgilendirmek gerekir.
Sağlık ekibinin uygulamaya karar verdiği tedavinin sonuçları hakkında hastanın yeterince bilgilendirilmesi, onun gerekli görülen çeşitli girişimlere (cerrahi, radyoterapi, kemoterapi) katılımını daha da güçlendirecektir. Hastalığının ve uygulanan tedavinin bilincine varan hastanın özgüveni artar: Artık o sağlığını çoğu kez anlamadığı bir dili konuşan uzmanların eline bütünüyle teslim etmeyecektir. Hastalıkla tek başına mücadele etmek olanaksızdır. Hastalığı hiçbir zaman hastanın ait olduğu bireysel ve sosyal gerçeğin bütününden soyutlanmış bir olgu olarak ele almamak gerekir.
Tedavilerin yinelenmesine ve tedavi biçimleriyle ilgili bilgi eksikliğine bağlı sarsıntı, uygulanması ne kadar zor ya da insanın vücut bütünlüğünü bozucu olursa olsun, girişimin kendisinin yarattığı sarsıntıdan çok daha ağırdır. Hekim mastektomi (memenin cerrahi olarak alınması), kolostomi (kalınbağırsağın karın duvarına ağızlaştırılması), larenjektomi (gırtlağın alınması) gibi cerrahi girişimlerin sonuçları, radyoterapi ve/ya da kemoterapinin yan etkileri (kusma, baş dönmesi, halsizlik vb.) hakkında hastayı geniş ölçüde aydınlatmalıdır. Bunların iyi bir biçimde anlaşılması hastanın daha bilinçli bir işbirliği göstermesini sağlayabilir.
Tedavi programı ve olası sonuçlar hakkında bilgilenen hasta gerek hastalığının sorumluluğunu, gerek en uygun tedavinin seçimiyle ilgili karan sağlık ekibiyle paylaşabilecektir. Böylece tedavi sürelerine uymaya ve periyodik kontrollere gitmeye çok daha büyük bir dikkat ve özen gösterecektir.
Hastalığın kaybolduğu dönemde de hasta sürekli sıkıntı içinde yaşar. Bütünüyle iyileşmediğinden ve az ya da çok uzak bir gelecekte “kanserin yeniden uyanacağından” korkar. Dolayısıyla doktor kontrolü için saptanan tarih, korkulan ve aynı zamanda umutla beklenen bir gündür. Bu beklenti süresince hastada karşıt ve aynı zamanda zararlı düşünceler gelişir. Bir yandan kurtuluşunu ya da mahkûmiyetini açıklama bakımından hekimin mutlak bir gücü olduğunu kabul ederken, öte yandan tümörün yayılmasını engelleyemeyeceği düşüncesiyle geleneksel tıptan kaçmaya, hocaların ya da şarlatanların sözlerine ve uygulamalarına sığınmaya karar verir.
Psikolojik Sorunlar
Kanser hastasındaki başlıca psikolojik değişiklikler üç önemli etmene bağlı olarak meydana gelir: Kaygı, depresyon (ruhsal çöküntü) ve öfke. Birbirine bağlı olan bu üç etmen, ağrı deneyimini değişikliğe uğratır.
Kaygı şunlara bağlıdır:
• Kontrol edilemeyecek ağrı korkusu;
• ölüm korkusu;
• kişinin özdenetimini yitirme korkusu;
• gelecek hakkında kararsızlık;
• cerrahi girişimin sonucunda değişikliğe uğrama korkusu;
• sosyal konumunu yitirme korkusu.
Depresyon şunlara bağlıdır:
• Bedensel işlevselliği yitirme;
• yardım yokluğu;
• vücut görünümünü yitirme;
• ekonomik problemler;
• işini yitirme.
Öfke şunlardan ileri gelir:
• Tedavinin başarısızlığından kaynaklanan düş kırıklığı;
• hastalığa içerleme ve kızgınlık duyma;
• huzursuzluk.
Cerrahi Girişim
Kanser hastası için en önemli an, cerrahi girişimin beklenmesidir. Bu dönemde hastada çoğu kez derin bir iç sıkıntısı vardır. Bu iç sıkıntısı hastanın hekimlerle ve hastane personeliyle iletişimini engeller.
Cerrahi girişim sonrasında ortaya çıkabilecek durumun, cerrahi girişimin getireceği sınırlama ve sonuçların bilincine varılması, özellikle hastalığın olası gelişimine yönelik kaygıyla birleştiğinde depresyona (ruhsal çöküntü) neden olabilir. Kanser hastalarında depresyona özel bir dikkat göstermek gerekir. Tersi bir yaklaşım ağrı belirtilerini önemli ölçüde ağırlaştırabilir ve bunun farkına yanlamaması tümörden kaynaklanan ağrı tedavisini güçleştirebilir.
Aileye ve Sosyal Ortama Geri Dönme
Hastanın aile ortamına ve sosyal çevresine yeniden katılması, ruhsal çöküntüyü ağrılaştırabilir. Hasta bir yandan daha önceki rollerini yeniden kazandığı için büyük bir hoşnutluk duymaktadır. Öte yandan geçirdiği cerrahi girişim sonucunda uğradığı değişiklikten dolayı, bu rollerin eskisi gibi olamayacağının farkındadır. Geleceğe yönelik planlarında bir yıkılma vardır. Sevgi bağlarının ve cinsel ilişkinin (özellikle üreme bölgesinden ameliyat olan ve yapay anüs taşıyan hastalarda) korunması ve sürdürülmesi konusunda bazı kuşkular ve reddedilme korkusu yaşanmaktadır. Örneğin eşe ilk cinsel yaklaşımların amacı erotik doyuma ulaşmak değil, değişikliğe uğramış vücudun çalışmasını ve eşçe kabul edilmesini denemektir. Kolostomi (kalınbağırsağın karın duvarına ağızlaştırılması) girişimi geçiren hastaların hemen hepsi vücudunun geri dönülmez biçimde değişikliğe uğradığı duygusunu bilinçli olarak yaşamaktadır. Buna bağlı olarak duygusal ve algısal düzeyde pek çok anormal tepki gelişebilir. Yapay anüsü olan kişi, torbayı tam önünde taşıdığı için, uğramış olduğu değişikliği her gün yaşamak zorundadır. Her gün torbasını yerleştirmek zorunda olduğu için bir yandan fiziksel bir stres yaşarken, diğer yandan kronik bir hastalığın taşıyıcısı olduğunu anımsayarak ruhsal bir strese de girer. Kanser hastası kronik bir hastalık taşıdığının, sürekli tedavi görmek zorunda kaldığının ve başkalarına bağındı olduğunun farkındadır. Kendi kendine yetebilme yeteneğini bir daha kapanamamaktan dolayı korku duymaktadır.
Aile bireyleri hastayı kabul etmeye, ona her zamanki gibi davranmaya ve henüz kısıtlı yapabildiği etkinlikleri yeniden kazanmada ona yardımcı olmaya hazırlanmalıdır. Hastalığın ilerlediği olgularda kötüleşme derecesi ve hızı hakkında bilgilendirilmeli, böylelikle korkmamaları ve iletişim engelleri ortaya çıkmadan, olanaklar ölçüsünde hastayla ruhsal ilişki içinde kalabilmeleri sağlanmalıdır
Selamlar bu web sitesi yeminle çok güzel, sosyal medyada paylaştım
Selam siten cidden hoşuma gitti, teraziye tıkladım