Psikolojide Bellek Nedir – Psikolojide Bellek Türleri
Bir insan neden bazen önemli olayları ve gerçekleri unutur da, önemsiz izlenimini veren birçok olayı ayrıntılarıyle hatırlar? Ruhbilimcilerden çok, hücre biyolojisi uzmanları tarafından cevaplandırılması gereken bu ilginç soru bu incelemede ele alınmaktadır.
Bellek, insan beyninin deneylerle edindiği izlenim ve bilgileri saptayıp biriktirme ve gereğinde bunlardan yararlanma yeteneği olarak tanımlanabilir. Hatırlama, tanıma gibi sözcüklerle tanımlanan günlük ussal işlemler çeşitli açılardan büyük önem taşırlar, ilkel topluluklarda bazı gerçekleri gereğince hatırlama ya da hatırlayamama, bir ölüm kalım sorunu olabilir. Gelişmiş toplumlarda ise, güçlü bir bellek, başarıya katkıda bulunan bir özelliktir. Bellek konusunu yeterince inceleyebilmek için belleğin yapısal kökenlerini, belleği oluşturan işlemleri ve bu konunun aydınlatılmasını sağlamış olan bazı bellek yitimi hastalıklarını da gözden geçirmek gereklidir.
Tarihsel gelişim
Beynin işlemlerini inceleyen ilk araştırıcılar, bu organı birbiriyle bağlantısı yeterince belirlenmemiş, bağımsız derebeylik bölgelerine bölünmüş bir harita gibi düşünmüşlerdir. Bu sav özellikle 1870’de Gali ve Spurzheim adlı iki Alman araştırıcının çalışmaları sonucunda ileri sürülmüştür. Bu araştırmacılar Sinir Sisteminin Anatomisi ve Fizyolojisi adlı ünlü yapıtlarında, sinir sisteminin anatomisini başarılı bir şekilde tanımlamışlar, fakat inanç, müzik sevgisi, fiziksel aşk gibi insan davranış ve duygularının, beyinde belirli alanlar tarafından yürütüldüğünü ileri sürerek yanılgıya düşmüşlerdir.
Bu çalışmanın yayımlanmasından dört yıl sonra, beynin özel işlevlerle yükümlü alanlarının bulunduğu düşüncesi yaygınlığa kavuşmuştur. Motor ve duyu işlevleri, hareketlerin uyumu, görme gibi karmaşık ve ayrıntılı işlemleri gerçekleştiren özel merkezlerin varlığı kesin olmakla birlikte psikolojik işlevler, genellikle beynin bir alanı tarafından değil, tümü tarafından gerçekleştirilen, yürütülen işlemler sonucu oluşmaktadır.
Bellek denen bir kavramın kabulü, beyinde sürekli bir değişimin varsayılmasını gerektirmektedir. Son yıllarda bellekle ilgili araştırmalar bu değişimin ne olduğunun açığa çıkarılması amacını gütmektedir.
Bilgi biriktiren sinir hücreleri
Bugün, bir algı organından alınan bir izlenimin, (örneğin kulaktan alınan ses gibi) sinir sisteminde çok karmaşık bir yol izleyen ve sonuçta bir tepkiye yol açan sinirsel bir uyarı oluşturduğu bilinmektedir. Merkezsel sinir sisteminde birkaç sinir hücresinden oluşmuş kapalı halkacıklar bulunur; bu halkalarda belirli bir uyarı ile harekete geçirilen işleyiş yaşam boyunca sürer. Bu tür bir sistemin, uzun süreli hatırlamalarda rol oynamadığı, buna karşılık kısa süreli hatırlamalarda önemli olduğu ileri sürülmüştür.
İnsan beyninde birkaç milyar hücrenin bulunduğu ve eldeki inceleme yöntemlerinin ise henüz tek bir sinir ileti yolunu belirlemeye yetmediği düşünülürse, sorunun ne kadar karmaşık olduğu anlaşılır. Bu durumda varsayımlar ağırlık kazanmaktadır. Araştırıcılar, bazı deney hayvanlarının beyinlerinin, belirli alanlarının çıkarılması, uyarılması halinde ya da bazı ilâçların etkisi altında nasıl çalıştığını incelemektedirler.
Öğrenme ve bellemenin kimyasal değişimler sonucu gerçekleştiği kesindir. Bilgi aktarılmasının hücreler arasındaki bazı kimyasal maddelerin alış verişiyle gerçekleştiğini düşündüren bulgular vardır. Asetilkolin adını alan kimyasal bir bileşiğin bazı sinir bağlantılarına (sinaps) kimyasal ileticilik yaptığı anlaşılmıştır. Bu madde, oluştuğu aralıkta özel enzimler tarafından yok edilince, uyarı akımı son bulur.
Asetilkolinin iletkenlik yaptığı bağlantılarda uyarı akımının durmasını sağlayan enzim kolinesterazdır. Bazı araştırıcılar bu sinir bağlantılarındaki akımın hızlandırılmasının, daha çabuk öğrenmeye ve bellemeye yol açabileceği görüşünü savunmaktaysalar da, bu görüşü destekleyen deneylerin sayısı azdır.
Çifte büklüm
Son yıllarda birikmekte olan bulgular, RNA’simgesiyle belirtilen ribonükleik asidin’ve protein yapımının beyinde bilgi birikmesinde önemli roller oynadığını göstermektedir. RNA ve deoksiribonükleik asit (DNA) bütün canlı hücrelerde bulunur.
1953’te Crick, Watson ve Wilkins adlı araştırıcıların DNA’nın molekül yapısını saptamaları, molekül biyolojisi adı ile anılan yeni bir bilim dalının gelişimine yol açmıştır. Kromozom adı verilen ve kişinin çeşitli niteliklerinin kalıtımını sağlayan maddelerde DNA bulunur. Kromozomdaki DNA bir çift büklüm ya da yay şeklinde bir yapı üzerinde sıralanmıştır. Hücre bölündüğü zaman, DNA molekülünün benzerinin meydana getirilip aktarılması sonucu yeni hücrede eski hücrenin benzeri nitelikler ortaya çıkar. RNA, hücre çekirdeğinde ve kromozomların çevresinde bulunur; ikisi önemli olan 4 türü vardır. Taşıyıcı RNA ve haberci RNA önemli olan türlerdir.
DNA, protein sentezini RNA aracılığı ile gerçekleştirir. Yani DNA, haberci RNA’nın üretildiği yerdir. Haberci RNA, üretildikten sonra kalıtımsal bilgiyi taşır ve çevresinde aminoasitlerin birikip protein meydana getirdikleri bir kalp görevini görür, ikinci tür, yani taşıyıcı RNA, aminoasitlerin, DNA yapısının gerektirdiği yapıyı oluşturacak biçimde bir araya gelmesini sağlar. RNA’nın beynin bilgi biriktirme sisteminde rol oynadığı konusunda değerli ipuçları elde edilmiştir. Beynin çeşitli uyarılarının sinir dokusunda RNA tüketiminin çoğalması, bu ipuçlarından biridir, öte yandan beyin dokusundaki RNA tüketimi, öğrenme deneylerinde de çoğalmaktadır. Bu bilgiler yanında, RNA üretiminin durdurulmasının, öğrenmeyi durdurduğu ve RNA üretiminin hızlandırılmasının, öğrenmeyi hızlandırdığı da bir gerçektir. Şu halde RNA öğrenme ve bellemede önemli bir rol oynamaktadır. Ancak bu bulguların, RNA’nın tam ve kesin rolünün ne olduğunu hâlâ belirlememiş olduklarını eklemek de yerinde olur.
İki aşamalı süreç
Belleme kuramı, belleme olayı sırasında dış dünyadan gelen uyarıların algılanması sonucunda, bazı sürekli değişmelerin gerçekleştiği varsayımına dayanır. Bu uyarının hücreden hücreye aktarılması, aktarıcı maddeler tarafından etkilenmesi ve hücre içinde gerçekleşen değişiklikler hep kimyasal olaylardır. Ancak kuram, hatırlama işleminin ve tanıma olayının deneysel olarak saptanılabilen dış etkenlerle nasıl etkilendirîldiğini gereğince açıklayamamaktadır.
Bellekle ilgili incelemelerde, izlenimin saptanması, korunması ve yeniden yüzeye çıkarılması olarak belirtilebilecek üç aşamanın bulunduğu düşünülür. İzlenimlerin saptanması, örneğin bir konserin plağa ya da teyp bandına alınmasına benzetilebilir. izlenimin korunması, beyinde, akılda yer etmesi anlamına gelir. Bu izlenimin hatırlanması da, teyp bandının ya da plağın çalınmasına benzer.
Bir izlenimin yeterli bir şekilde saptanması için, beynin incinmemiş ve bilincin bulanmamış olması gerekir. Teskin edici ilâçların, yorgunluğun etkisi altında bulunan ya da yüksek ateşli bir hastalığı olan bir kişinin, etrafında olup bitenleri yeterli bir şekilse saptayabilmesi oldukça zordur. Böyle bir durumda bir şey öğrenilmez. Öte yandan öğrenilmiş bilgilerin gereğince korunabilmesi, beyinde derin ve yeterli izler bırakabilmesi, tekrarı gerektirir. Bazı kimseler birkaç tekrardan sonra, başkaları ise daha çok tekrarlanmadan sonra bilgiyi öğrenebilirler. Bir olayın tanıklarının bazen birbirlerinden farklı ifadeler vermelerinin bir nedeni de budur.
Bazı kimselerin gördüklerini bellemeleri çok kolaydır. Bunlara görsel (aydetik) tip denir. Bu nitelik çocuklukta yaygın iken yaşlılıkta azalır.
izlenimlerin birikimi işlemi sırasında RNA moleküllerinde özel değişikliklerin gerçekleştiği sanılmaktadır. Bu şekilde değişmiş RNA molekülü, gerektiğinde çalınacak bir plak gibi, korunmaktadır.
Hatırlama olayı sırasında izlenimin açık seçik olmadığı bir evre vardır. Bugün, öğrenme ve belleme sırasında, ilki kısa süreli, İkincisi uzun süreli belleme olarak nitelendirilebilen, iki aşamalı bir işlemin söz konusu olduğu kabul edilmektedir. Bazı deneyler ve kafa sarsıntıları geçirmiş hastalarda yapılan incelemeler bu görüşü desteklemektedir.
Duygularla belleme olayı arasındaki ilişkiler de önemlidir, insan kendisini sevindiren, üzerinde olumlu izlenimler bırakan olayları, üzücü olaylardan daha kolay hatırlar. Ruhbilimsel bir işleyişle, üzücü olaylar bilincin dışına itilir.
Hastalanmış beyin
Bir beyin sarsıntısı, ya da incinmesi unutkanlığa yol açabilir. Bu durumlarda beliren unutkanlık, genellikle son zamanlarda oluşmuş olayları kapsar. Eğer beyin, izlenimleri uzun süre biriktiren dinamik bir organ olarak değerlendirilirse, bu durum şaşırtıcı değildir.
Bellemede izlenimin yeterince derinleşmemiş olduğu, açık seçiklikten uzak bulunduğu bir evrenin varlığı belirtilmişti. Sarsıntı geçiren beyinde bu işlem özellikle bozulur. Beynin sadece vuruşla sarsılması değil, çeşitli hastalıklarla rahatsız oluşu da aynı sonucu doğurur. Bu rahatsızlıklar arasında urlar, ateşli yangılar ve sinir sisteminin yozlaşmaya yol açan bozuklukları vardır.
Frengi, vücutta yaygın olan ve ateşin yükselmesine yol açan hastalıklar, vitamin eksiklikleri ve alkolün fazla kullanılması sonucu görülen bilinç bulanıklıkları da bu tür etkenler arasında yer alır. Bu durumlara görülen ve delirium denen ruhsal bozukluk belirtileri, organik bir değişikliğe bağı ruhsal bozukluklardır. Beyindeki hastalık ya da bozukluk giderilince, ruhsal dengesizlik belirtileri de kaybolur. Bu belirtiler huzursuzluk, bilinç bulanıklığı, çevrede olup bitenin farkında olmamaktadır. Hasta iyileştikten sonra hastalığı sırasında çevresinde olup bitenleri kopuk kopuk hatırlar.
Alkol olan kişilerde de buna benzer bir unutkanlık görülmektedir.
Kafaya vurulan bir darbe sonucu gerçekleşen bilinç yitimi, darbenin yerine, damarlar ve beyin dokusundaki incinme ya da parçalanmaya, kişinin darbenin vurulduğu andaki sağlık durumuna bağlı olarak çeşitli derecelerde bellek yitimine yol açar.
Kafaya vurulan darbe çok kez hafif bilinç bulanmasına ve bilincin kısa süreli yitimine yol açar. Boks ya da futbol karşılaşmalarında sık görülebilen bu gibi durumlarda, kişi hareket etmeye devam eder ancak aradan bir süre geçtikten sonra olanları unuttuğu görülür.
Beyin sarsıntısını izleyen devreden hemen önce gerçekleşmiş olayların hatırlanamamasına tıp dilinde «retrograd amnezi» denilir. Örneğin çıkmakta olduğu bir merdivenden düşme sonucu beyni sarsılmış bir hastanın son hatırlayabileceği şey, merdivenleri çıktığıdır. Retrograd amnezi, elektroşok tedavisi uygulanan ve uzun sara nöbetleri geçirenlerde de görülür.
Başa vurulma sonucu belleme yeteneğinin azalması, «post-travmatik amnezi» adını alır. Bu durumda olan bir hasta, bilinci tam olarak aydınlanıncaya dek gerekli nitelikte bir belleme yapamaz.
Geçmişte yaşamak
Belleme yeteneği yaşın ilerlemesi sonucu azalır. Yaşlılarda beyin, izlenimleri eskisi kadar kolay saptayamaz. Bu tür yetersizliğin yaşlanan beyin hücrelerinde RNA’nın azalmasından ileri geldiği sanılmaktadır. Yaşlılıkta, son zamanlarda gerçekleşmiş olayların daha güç hatırlanması da dikkati çeker. Bazı yaşlılarda bu durum pek ileri derecelere ulaşır. Bu aşırı yetersizlik, genellikle beyine kan ulaşımının kısıtlanmış olmasının sonucudur. Beynin bu şekilde geriye dönmez bir şekilde zedelenmesine «bunama» ya da tıp dilindeki adiyle «dementia» denir. Çok kez ihtiyarlarda görülen bu durum, bazen genç erişkinlerde, hatta çocukluk çağında bile ortaya çıkabilir.
Bunamada, genellikle son zamanlarda gerçekleşmiş olayların hatırlanamaması dikkati çeker. Hasta, olup bitenleri gitgide daha güç hatırlayabildiğini ve daha kolay unutabildiğini farkeder. Bir süre olağanüstü çaba göstererek, not defterinden yararlanarak bu eksikliğini dengeler. Ancak durum ilerledikçe not defterine bile bakmayı unutur. Beyin artık günlük izlenimleri saptamaz. Evin alışılmış yönleri eskiden saptanmış olduğundan, bu çevre içinde ilk bakışta dikkati çekmeyen, otomatik hareketler dizisinden oluşmuş bir yaşantı sürdürülür. Zamanla durum daha da ağırlaşır, örneğin gece evde dolaşırken hastaya bunu niçin yaptığı sorulunca akla yatkın bir cevap veremez. Sokakta yolunu kaybeden ihtiyarlarda da bu tür bir yetersizlik vardır.
Bunamış kimseler, eskiden edinilmiş olan birçok izlenimlerin korunmakta olması nedeniyle, sanki geçmişte yaşarlar. Yabancıları eski tanıdıklarıyle, hastaneyi evleriyle karıştırırlar. Bu kimselerin aynı konuyu ve aynı cümleleri sık sık tekrar ederek konuşmaları da dikkati çeker. Bu tekrarın nedeni, az önce aynı şeyi söylemiş olduklarını hatırlayamamalarıdır.
İstenmeyenlerin unutulması
Korsakov sendromu adiyle anılan rahatsızlıkta özel bir bellek zayıflaması görülür. Son zamanlarda gerçekleşmiş olaylar yeterince hatırlanamaz; alkol etkisiyle bozulmuş olan sinir lifleri bu hastalıkta ö- nemli bir etkendir. Kendisine söylenen isimleri tekrar etmesi istenince hasta bunu yapamaz, başka şeyler söyler. Bütün olup bitenlerin unutulması durumuna «histerik amnezi» denir. Birçok kimsede, istenmeyen, sevilmeyen izlenimlerin unutulduğu belirtilmişti. Ancak, histerik kimselerde bu nitelik önemli boyutlara ulaşır ve füg (kaçış) olarak nitelendirilir. Evinden uzaklaşmışlar arasında bu tür hastalar vardır. Saralılarda, ileri derecede ruhsal çöküntü gösterenlerde, erken bunamalarda görülebilen bu durumu, ruh hastalıkları uzmanı kolayca saptar.
Belleme gücünün geliştirilmesi için ne yapmalı sorusu yerinde değildir. Önemli olan, öğrenilenlerin nasıl gereğince saklanabileceği ve gerektiğinde nasıl açığa çıkabileceği sorusudur. Bu soruya verilebilecek en olumlu cevap, belleme yeteneğinin geliştirilmesidir. Hayvanlarda RNA ile yapılan deneylere rağmen belieme gücünü çoğaltma yolu henüz bulunamamıştır. Ancak, öğrenme ve belleme işlemlerini kolaylaştıracak bazı noktalara dikkat ederek belleme gücü arttırabilir. Örneğin, beyni fazla zorlamamak için yorgunken zihinsel çalışma yapmamak gerekir. Alkol aldıktan sonra öğrenmeye veya ezberlemeye çalışmak doğru değildir. Öğrenilecek şeyleri akla yakın bir biçimde sıraya dizerek, bağlantısız bölümler gibi değil, bir bütünün parçaları olarak incelemek, kişiye çok kolaylık sağlar. Öğrenmek isteği de çok önemlidir. Severek ve isteyerek yapılan bir çalışma, örneğin sınavda başarısızlık korkusuyle yapılandan çok daha yararlı olmaktadır. Çünkü çeşitli olumsuz duygular beynin normal faaliyetlerini engellemekte ve öğrenme yeteneğini azaltmaktadır.
Öğrendiklerini kolayca unuttuklarından şikâyet edenlerin çoğunun, endişelerinin çokluğu nedeniyle öğrenme yeteneklerini gereğince kullanamadıkları anlaşılmıştır. Ancak beyin hücrelerinde geriye döndürülemez bozukluklar sonucu belleme yeteneklerini yitirmiş olanlara yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Bu amaçla harcanacak çabalardan olumlu sonuçlar alınamaz.
selamun aleyküm siten süper ötesi güzel, paylaşımların devamını bekliyorum